- Eylül 9, 2021
- Yayınlayan: Erkut AKKARTAL
- Kategori: Köşe Yazıları
Gençler ve Lojistik Üzerine Sohbetler-2: Farkındalık
Bir önceki yazımda Lojistik Yönetimi’ni gençlere doğru tanıtmanın öneminden bahsetmiş ve bazı argümanlar sunmuştum.
…Ve üniversitelerde doluluk oranları belli oldu.
Tabii ki E-ticaret, Yönetim Bilişim Sistemleri gibi bölümler çoğu üniversitede tam doldu. Peki, Lojistik? Ne yazık ki çoğu üniversitede yarı yarıya. Geçen yazımdaki endişelerimde haklıymışım. Birçok sebep söylenebilir: Adımızın önünden “Uluslararası” kelimesi kalktı, 150 tane Lojistik bölümü var vs. bunları tartışmayacağım.
Bu haftaki konumuz: Farkındalık. Büyük fotoğrafa baktığımızda, öğrencilerimizin bölüm isminden bağımsız olarak acaba farkındalıkları yüksek mi?
Bugün, üniversitenin karşısındaki evde oturan ve 2. Sınıftan beri oğlum gibi sevdiğim iki sene önce mezun olmuş bir öğrencimi ziyarete gittim. Dedim ki: İlk başladığında sanki okulda yoktun değil mi? “Evet hocam” dedi. Sizce neden? Bakın anlatayım…
Lisede haftada 30 saat okulda ders alan ve sonrasında da etüt ve kurslarla bazen de hafta sonları bile okula giden gençlerin, bir sonraki sene üniversite birinci sınıfta sizce haftada kaç saat ders yükü var? Sıkı durun. 15 saat…
Evet, 15 saat, yani yarıya düşüyor. Bir başka deyişle haftada 2,5 gün boş… BOŞ.
Bu boşluk öğrenciyi inanılmaz bir rehavete sürüklüyor. Bir de üniversite sınavını kazanma stresinden sonra kendini ödüllendirmek istemesini ekleyin. Hafta sonu da boş, etti 4,5 gün. Haftanın yarısından fazla. Üniversitenin de ilk yılda, “E canım biraz da takılalım” diyor. Özgür giyim, yeni arkadaşlar, hayata katılmanın ilk yılı derken birinci sınıf: KAYIP…
İkinci sınıfta notlar gelmeye başlayınca, “Aa ben neredeyim, hangi bölümü kazandım ki, galiba üniversitedeyim, biraz derse girsem mi” derken…Güm…Not ortalaması 4 üzerinden 2’nin altında kalıyor. Bazıları “Allah, bursumu kaybediyorum”, bazıları “Evdekiler anlamadan düzeltmem lazım” derken… Üçüncü sınıf geliyor.
Üçüncü sınıfta farkındalık tavan yapıyor. “Vallahi durum ciddi, ortalamayı yükselt oğlum/kızım, yoksa evdekiler kapının önüne koyar” psikolojisi ve meslek derslerinin de ağırlığının artıp gelecek kaygısı hissi duyulmaya başlanıyor.
Dördüncü sınıf mı? Tabii ki mezuniyet sevinci değil, paniği başlamış durumda… “Ortalamayı tutturamazsam mezun olamam” ya da “Şu notu tutturamazsam master yapamam” veya “İşi öğrenmeden mezun olursam rezil olurum” korkusu sarıyor.
Yazdıklarımın tümü, hayal ürünü olmayıp, kendime yakın hissettiğim öğrencilerimden yıllar sonra aldığım geri beslemelerden derlenmiştir. Çekya ve Hollanda’da Erasmus ile derse gittiğim üniversitelerde de durum çok farklı değildi.
Peki, ne yapılmalı? Burası lise mi rehber öğretmen atayalım? Hayır, değil.
Anne babasını mı çağıralım? Olmaz, 18 yaşını geçmiş.
Başarılı ve farkındalıkları yüksek gençleri tenzih ediyorum ama bu durumdaki öğrencilerin oranı yüksek. Evine gittiğim öğrencim de böyle idi. Peki, şimdi ne yapıyor? 50 bin TL’ye aldığı 10 adet ikinci el motosiklet ile yemek kuryeliği sistemi kurmuş ve parasını 5 ile çarpmış. Kripto para ile yatırım yapmış, iyi kazanmış. Kayıp gençlik olmamış değil mi?
Belki de “Akademik hayatta başarısız olanlar, meslek hayatını daha çok sever” hipotezi genelde gerçekleşiyor.
Hoca olarak kendi üniversite yıllarımızda mizacımızın ve hayattan beklentilerimizin her yıl baş döndürücü bir hızla değiştiğini unutup, öğrencilerimizden sadece ders çalışmalarını bekliyoruz. Hem devlet hem de vakıf üniversitesinde 10’ar yıl çalışmış bir insan olarak vakıf üniversitesindeki hocaların öğrenciye sanki biraz daha yakın olduğunu, bazı öğrenciler için bu olumsuz gidişi durdurabildiklerini görüyorum. Belki de ben yanılıyorum.
Ne dersek diyelim, İstanbul’a da gelen ünlü İtalyan tenor Mario Frangoulis’in hit şarkısı “Vincero Perdero” der ki:
“Kazanacağım ya da kaybedeceğim, ama hayatın oyununu kendi başıma oynayacağım.”
Bırakalım, yaşasın gençler.